Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile birlikte Klasik Türk Sanatları Vakfı tarafından tıpkıbasımı yapılan Ahmed Karahisari’nin yazdığı Kur’an-ı Kerim nüshasının tanıtım etkinliğine katıldı.
Etkinlikte konuklara hitap eden Bakan Ömer Çelik, İstanbul’un bir zamanlar yazının, hattatların şehri olduğunu söyledi.
Bir Hat Eseri Küba’daki Bir İnsanı İstanbul Sokaklarına Götürebilir
“En son Küba’da bir hüsnühat sergisi açtım. Sergiyi gezerken çok yaşlı bir Kübalı Müslüman dikkatimi çekti. Yürümekte zorlanıyordu fakat her eserin önünde durup her eserle ilgili bilgi almaya çalışıyordu. Üzerindeki kıyafetler de çok fakir bir insan olduğunu gösteriyordu. Yanında kendisine eşlik eden genç arkadaşa kim olduğunu sordum. Bir esnaf olduğunu söyledi ve ‘Buraya sadece bu sergiyi görebilmek için bir saatlik yol yürüyerek geldik.’ dedi.
Sergiyi dolaştıktan sonra kendisiyle sohbet ederken ‘Ben hiç hayatımda İstanbul’u görmedim. Sultan Ahmet Cami ve diğer eserlerinizi hep fotoğraflardan gördüm. Keşke hayatımda bir kere gidebilseydim.’ dedi.
Ben kendisini davet ettim misafirimiz olmasını söyledim, ama daha sonra çok enteresan bir şey söyledi. ‘Ben gezerken her bir eserin önünde durduğumda adeta kendimi İstanbul sokaklarında hissettim.’ dedi. Bana İstanbul’daki camilerin sokakların bazılarının adlarını saydı. Kendini onların içinde hissettiğini söyledi.
Ben onu dinlediğim zaman aklıma hatla ilgili yapılmış bir tanım geldi. Denir ki; ‘Cismani aletlerle yapılan ruhani bir hendesedir. Ruhani bir geometridir.’. Hakikaten Küba’daki yaşlı bir insanı İstanbul’un sokaklarına bağlayan bu ruhani geometri çok büyük bir geometridir.”
Bu Eserin Yazıldığı Günlerden Bugüne Birçok Şey Değişti Ama Milletimizi Millet Yapan Değerler Hiç Değişmedi
“Sayın Başbakanımız sabahleyin çok büyük projelerle ilgili bir açılış yaptı, bunları ilan etti. Bu, ülkemizin fiziki birliği açısından, fiziki büyümesi açısından fevkalade önemlidir. Fakat bu eserlerin yayımlanması, ülkemizin ruhani birliği, manevi birliği ve milli birliği açısından bizi tarihten bugüne ve geleceğe bağlaması açısından işte o ruhani hendesenin nasıl ortaya çıktığını göstermesi açısından çok kıymetlidir.
Bu eserin yazıldığı günlerden bugüne devletimizin adı değişti. Bu eserin yazıldığı günden bugüne ülkemizin yüz ölçümü değişti. O günden bugüne devlet yöneticilerimiz değişti. Ve o günden bugüne belki de devletimiz ile ilgili sahip olduğumuz pek çok enstrüman değişti. Anayasalarımız değişti. Ama değişmeyen bir şey var: Milletimizi millet yapan değerler değişmedi ve milletimizin bu eser karşısında duyduğu heyecan ve bu esere sahip çıkma biçimi, bu eserleri mevcuda getiren o ruh hiç değişmedi.
Tarih içerisinde belki de adını normal şartlarda anmayacağımız pek çok devlet vardır. Çağatay Devleti denilince herkesin aklına bu geliyor. Ama belki de normalde bu kadar hatırlamamamız gereken bir devletti. Çok kısa bir zaman içerisinde yaşamış, tarih içerisinde de çok stratejik bir rol oynamamış. Ama Ali Şir Nevai diye büyük bir mütefekkir olmadan insanlık tarihi yazılamıyor. Ali Şir Nevai’yi anmaya ve hatırlamaya mecburuz. Ali Şir Nevai’yi hatırladığımız zaman mecburen Çağatay Türkçesini hatırlıyoruz, çünkü o dilde yazdı ve bu da bizi Çağatay Devleti’ni ebediyen hatırlamaya götürüyor.
Dolayısıyla tek bir mütefekkir bir devletin tarih içerisindeki adının bu kadar yaşamasına büyük bir varlık verebiliyor. İşte bu eserlerin her biri bizim aslında millet olarak varlığımızın, tarih içerisindeki yürüyüşümüzün imzaları olarak, bizim bu sonsuzluğa yürüyüşümüzde yol haritalarımız ve rehberlerimiz olarak bizlere yol gösteriyor.”
Kültürel Varlığımıza Sahip Çıkmak Millet Olarak Yeryüzündeki Tarihi Yürüyüşümüze Sahip Çıkmaktır
“Bir diğer husus şudur: Üç gündür hepimiz televizyonlarda izliyoruz. Bizim bugün cuma namazında andığımız bir takım kelimeler ve kavramlar DAEŞ diye bir terör örgütü tarafından bir slogan haline çevriliyor ve insanlığın mirası yok ediliyor. Son 3 gündür de müzelerde nasıl bir barbarlık sergilediklerini, ellerindeki balyozlarla bu eserleri nasıl yok ettiklerini görüyoruz.
Şimdi ortada bir durum var. Bu eserleri ortaya getiren medeniyetle bu barbarlığı yapan aynı şey olamaz. Bu eserleri meydana getiren kültürü doğuran dine inananlarla o barbarlığı yapanlar aynı dine inanıyor olamaz. O sebeple bu eserlerin her birinin tek bir sayfası ve tek bir cümlesi bile bu tip terör örgütlerinin bizim dinimizi istismar ederek, dünyaya vermeye çalıştıkları bu kötü mesaja karşı büyük bir meydan okuyuştur.
Eğer biz bu medeniyete aitsek, o terörü ve o barbarlığı gerçekleştirenler bu medeniyete ait değildir. O sebeple bu eseri basanlar, bugün bu terör örgütüyle mücadele edenlerin -fiziksel mücadele edenlerin- çok daha ötesinde, bu eserin tek bir sayfasıyla dinimizin bu terör örgütleri tarafından kirletilmesine karşı en büyük mücadeleyi vermiş oluyor. Bu estetiği, bu güzelliği kelimelere, kavramlara ve yazıya bu değeri veren bir fikriyatla o barbarlığı gerçekleştiren fikriyatın aynı olmadığını asla aynı olamayacağını ve birbirine karşı olduğunu bütün dünyaya ilan etmiş oluyoruz.
O sebeple sizin yaptığınız iş Klasik Türk Sanatları Vakfının yaptığı iş aslında sadece bir eserin hayatiyetini devam ettirmekten çok daha büyük bir iştir.
Bir diğer konu, yurt dışında bir seyahate gittiğimiz zaman en mutlu anını kitapçılarda yaşayan bir Başbakanımız var. Dolayısıyla bu bizim için çok büyük bir avantaj. Yurt dışında her ne kadar önemli bir görüşme yaparsak yapalım ne kadar başarılı işlere imza atarsak atalım en mutlu anını kitapçılarda yaşayan bir Başbakanımız var. Bu klasik mimarimizin, kültürel varlığımızın, manevi varlığımızın ve bizi millet yapan değerlerin korunması, hükümetimizin bu eserlere şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da daha büyük kuvvetle sahip çıkması konusunda da bir mesajdır.
Kültürel varlığımıza sahip çıkmak millet olarak yeryüzündeki tarihi yürüyüşümüze sahip çıkmaktır. O sebeple devletin yaptığı işlerin yanında bu eserleri gerçekleştiren bu vakıflara, bu eserlere destek veren sizlere teşekkür ediyorum.”